Bunun için onlara güveneceğimize, mümkün olduğunca faaliyetleri kendi içimizde yürütmeyi tercih ediyoruz. Bu yaklaşımın arkasında iş yapma şeklinde kontrolu kaybetme endişesi, başkası kar ediyorsa benim maliyetlerimde azalma olmaz düşüncesi, verilen hizmetteki istikrarsızlığın ana işleri olumsuz etkileyeceği endişesi var. Bu güvensizliğin sistemin yaratıcılık ve verimlilik düzeyini kısıtladığını farkedemiyoruz. Dolayısıyla, tedarikçilerle ve müşterilerle pazarlıklarda onlara mümkün olduğunca
Bunun için onlara güveneceğimize, mümkün olduğunca faaliyetleri kendi içimizde yürütmeyi tercih ediyoruz. Bu yaklaşımın arkasında iş yapma şeklinde kontrolu kaybetme endişesi, başkası kar ediyorsa benim maliyetlerimde azalma olmaz düşüncesi, verilen hizmetteki istikrarsızlığın ana işleri olumsuz etkileyeceği endişesi var. Bu güvensizliğin sistemin yaratıcılık ve verimlilik düzeyini kısıtladığını farkedemiyoruz.
Dolayısıyla, tedarikçilerle ve müşterilerle pazarlıklarda onlara mümkün olduğunca az bilgi vererek, avantajlı duruma geçtiğimizi düşünüyoruz. Ancak, rekabetin küreselleştiği, değişimin hızlandığı bir dönemde bu statik düşünce yerini, tedarikçiden müşteriye kadar tüm değer zincirinin birlikte diğer değer zincirleriyle rekabet ettiği anlayışa bırakıyor.
Bu nedenle, şirketlerimiz her gün pazarlık etmek durumunda oldukları kesimleri kendi karlılıklarını kemiren birer rakip olarak değil, birlikte gelişmeyi hızlandıracak takım arkadaşları, aile bireyleri olarak görmeye başlamalı. Dünya ile rekabette başarılı olmak için bu anlayış değişimini gerçekleştirmek gerekiyor.
Tedarikçi ilişkilerinde önemli değişimler yaşanıyor. Örneğin, büyük otomotiv şirketleri ile parça üreticileri arasındaki ilişkiler uzun vadeli, model bazında işbirlikleri haline dönüşüyor. Süpermarketlerle büyük tüketim malları şirketleri arasındaki ilişkiler de bir ortaklık anlayışına doğru ilerliyor. Böylelikle, daha tasarım aşamasından, her bir ürünün değer zincirindeki hareketlerini izlemeye kadar çok farklı boyutlarda bilgi paylaşımı ile değer zincirinin veriminin artırılması sağlanıyor.
Bazı hizmetleri dışarıdan alan kuruluşların yaptıkları en büyük kavramsal hata ise verilen işleri sonuçlarıyla değil, girdileriyle kontrol etmek istemeleri!
Örneğin, güvenlik hizmeti satın alanlar güvenliğin tanımını koruma elemanı sayısı olarak yaparlarsa bu hizmet alımında yaratıcılığın gelişmesini önlemiş olurlar.
Ssitem bazında rekabet gücünü geliştirmek için sonuçların ölçülmesi ve bu ölçümlemeye ilişkin bilgilerin değer zinciri içinde yaygın bir şekilde paylaşılması gerekiyor. Kıyaslama çalışmaları yaratıcılığı ve verimliliği teşvik ediyor.
Çözüm ortaklarını hem nitelik, hem de nicelik açısından geliştirmek ve onları odaklanmaya teşvik etmek değer zincirinin istikrarını ve rekabet gücünü artırıyor.
Hizmet alanlar süreci kontrol etmek yerine sonucu kontrol etmeye önem verdikçe, sonuç odaklı teşvik mekanizmaları kurdukça çözüm ortaklarının yaratıcılığını teşvik etmiş olacaklar.
Belki de daha önemli değişim müşteri ilişkilerinde yaşanıyor. Eski anlayışa göre “tehlikeli” olarak nitelendirilen bilgili ve titiz müşteriler, yeni anlayışa göre ürün geliştirme sürecinin önemli bir parçasını ve en değerli müşteri kategorisini oluşturuyor.
Örneğin, yazılım firmaları yeni yazılımlarının “beta” versiyonlarını test etmek üzere bu müşteri kesitinden yaralanıyorlar. Birçok yazılım ürünü için yapılan toplam yatırımın en büyük kısmının bu tip müşteriler tarafından harcanan test zamanı olduğu iddia ediliyor. Elektronik ürünlerde dünyada önemli pazar paylarına ulaşan Japon firmaları, öncelikle bu tip ürünlere düşkünlüğü ile tanınan Japon müşterileri üzerinde deneyip iyileştirme fırsatını kullanıyorlar.
Zor beğenen müşterilerin değerli müşteri olduğu bu dönemde müşteri ilişkilerinin önemi de artıyor. Şirketler tüketiciyi sadece bir müşteri olarak değil, aynı zamanda bir ortak olarak görmeye başladıkça, onların bilgi ve yeteneklerinden yaralanma fırsatlarını geliştiriyorlar. Bu tip müşterileri tanımlayıp onların hem şirket ile, hem de birbirleriyle iletişimlerini geliştirebilmek, geleceği hazırlamak için önemli bir yetkinlik haline geliyor.
Hep birlikte, rekabette üstünlük sağlayabilmek için şirketler sadece kurum içinde değil, aynı zamanda tüm değer zincirinde iletişim ve eğitime önem vermeli, bilgi paylaşım ortamları yaratmalılar.
Özetle, kendi işimizi iyi yapabilmek için odaklanmaya önem vermeli, birlikte gelişebileceğimiz çözüm ortaklarının gelişmesini desteklemeliyiz. Güven ortamını geliştirecek bilgi paylaşımı ve sonuç odaklı standart oluşturma konularına öncelik vermeliyiz. Birlikte çalıştığımız ağı geliştirdikçe işimize katılan verimlilik ve yaratıcılık da artacaktır. Başarı, sadece çalışanları değil, aynı zamanda çözüm ortaklarını ve gönüllü katkıları da yönlendirebilmekle sağlanıyor.
Dr. Yılmaz ARGÜDEN